30 Ocak 2014 Perşembe

18 Ocak 2014 Cumartesi

Otistik çocuğu olan bir annenin mücadelesi... - Yaşam Haber - BirGün Gazete

Otistik çocuğu olan bir annenin mücadelesi... - Yaşam Haber - BirGün Gazete

DÜNYA GIDA VARDARCI, tarıma dayalı sanayi makinelerinde 63 yılı geride bıraktı

Vardarcı, tarıma dayalı sanayi makinelerinde 63 yılı geride bıraktı Ayçiçek, soya, kanola, pamuk, aspir gibi yağlı tohumların işlenmesinde kullanılan makineleri üretimini ürettiklerini belirtenVardarcı Makine Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi Ortağı Makine Mühendisi Tuncer Vardarcı, son olarak Afrika’ya iki, Brezilya’ya da bir tesis kurduklarını söyledi. Türkiye’de yağlı tohumlar konusunda uzmanlaşmış bir firma olan Vardarcı Makine, 63 yıldır sektöre hizmet ediyor. Ayçiçek, soya, kanola, pamuk, aspir gibi yağlı tohumların işlenmesinde kullanılan makinelerin üretimini yaptıklarını hatırlatan Vardarcı Makine Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi Ortağı Makine Mühendisi Tuncer Vardarcı, son olarak Afrika’ya iki, Brezilya’da da bir tesis kurduklarını söyledi. Dünyadaki en büyük linter makinelerini üreten firma olduklarını vurgulayan Vardarcı, bu makineleri Brezilya’ya sattıklarını, ABD’ye de satmaya çalıştıklarını belirterek, “Ortağımız olan Keller firması yedek parça üreten bir firma. Linter makinelerinde onların yedek parçalarını kullanıyoruz. Ayrıca soğuk yağ presini dünyaya satıyoruz. Soğuk yağ presinin Türkiye’de kullanımı yaygın değil, daha çok dünyaya satıyoruz. Çünkü dünyada değerlendirmesi farklı. Dünyada biyodizelde kullanıyor, hayvan yemi olarak kullanıyor. Türkiye’de de hayvancılıkla birlikte kullanımı yaygınlaşacak” dedi. Zayıf bir yıl geçirdiklerini vurgulayan Vardarcı, “Bizim kalitemizde üretim yapmayan firmalar daha kısa ömürlü makine yapıyor ve pazardan pay almaya çalışıyorlar. Oysa Altınyağ, Marsa, Trakyabirlik gibi sektörün dev kuruluşlarında kurulmuş makinelerimiz var. Tariş Pamuk Birliği’nin Kahramanlar’daki tesislerinde bizim makineler çalışıyordu. Onlar söküldü, yurtdışından getirilen makineler o kadar verimli değil. Biz Türkiye şartlarında yağlı tohum işleyen makineleri ve tesisleri çok iyi yapıyoruz. Son olarak Mersin’de Aves’in yeni yağ tesisi devreye alındı. Yine Brezilya ve Afrika’da yağlı tohum işleme tesisleri kurduk. Suriye’de de yatırımlar olacaktı, ancak yaşananlardan dolayı Suriye pazarını kaybettik” diye konuştu. Vardarcı, Türkmenistan’da kurdukları yağlı tohum işleme tesisinin dünyanın en verimli tesislerinden olduğunu hatırlattı. Bu tesisin altı ay önce büyük bir yangın geçirdiğini belirten Vardarcı, kendilerine güvendikleri için 45 günde fabrikayı yenileyip tekrar devreye alınmasını sağladıklarını bildirdi. Vardarcı Makine Sanayi’nin, 1950’li yıllarda babası Şükrü Vardarcı tarafından kurularak Türkiye’nin her yöresinde bitkisel yağ fabrikalarının kurulmasına öncülük ettiğini,gerekli makine ve ekipmanların üretimini sağladığını anlatan Vardarcı, “Firma yönetimine ailenin ikinci nesil üyelerinin de katılımıyla imal edilen ürün yelpazesi genişletildi ve 1994 yılından itibaren firmamız yurt dışına açıldı. Vardarcı Makine 40 yılı aşkın mühendislik deneyimi ile sektörde pamuk çekirdeği, ayçiçeği, kanola, susam, soya gibi yağlı tohumları işleyen ve bunların yağlarını çıkaran ve temizleyen makinelerini ve ekipmanlarını üretiyor, anahtar teslimi nebati yağ tesisi projeleri yapıyor” dedi. Vardarcı, 2004 yılında Alman Egon Keller Gmbh and Co.Kg. ortaklığı ile Ege Serbest Bölgesi’nde kurdukları Keller &Vardarcı Industries firmasıyla da güçlerine güç kattıklarını söyledi. Vardarcı Makine’nin, yurt içinin yanı sıra, Suriye’de, Irak’ta, Almanya’da, Azerbaycan’da, Türkmenistan’da, Afrika’da ve Brezilya’da büyük kapasiteli nebati yağ tesisleri kurduğunu hatırlatan Vardarcı, “Türkiye’ye yağlı tohum işleme makinelerinde ilkleri de getirdik. İmal ettiğimiz 210 testereli pamuk çekirdeğini işleyen Linter makinesiyle dünyada bir ilk olduk. Aynı zamanda yağlı tohumların soğuk işlenebilmesini sağlayan ve farklı üretim kapasitelerine uygun Cold-Pressing (soğuk yağ presi) sistemini ülkemize getiren ilk firmayız. 2011 yılında Ege Serbest Bölgesi’nde daha büyük üretim tesisini devreye aldıktan sonra daha geniş çaplı nebati yağ projelerine geçerek müşterilerimize hizmet vermeye devam ediyoruz” bilgilerini verdi. Vardarcı, yurtiçinde bitkisel yağla ilgili özellikle pamuğun çok sıkıntılı olduğunu belirterek, “Güneydoğu Anadolu’da kurmuş olduğumuz birçok fabrika satılık. Bitkisel yağ açığımız var, dolayısıyla arazilerimizi daha verimli hale getirmemiz, devletin desteğinin artırılması ve pamuktan vazgeçilmemesi gerekiyor. Pamuğu sadece hammadde olarak satmıyoruz, bitkisel yağ olarak kullanıyoruz, atığı olan küspesini hayvan yemi olarak kullanıyoruz. Doğu’da açılımla ilgili projeler kuvvetleniyor. Tarımı sanayi ile birleştirip yüceltmek zorundayız” dedi.

12 Ocak 2014 Pazar

ATATÜRK VE MÜZİK ATATÜRK ve TÜRK HALK MÜZİĞİ

ATATÜRK VE MÜZİK ATATÜRK ve TÜRK HALK MÜZİĞİ NAİL TAN Ulu önder Atatürk’ün müzik konusundaki görüşlerini ve çalışmalarını bütünüyle değerlendirmek gerekir. Atatürk müzik eğitimi görmemişti. Ancak ger çeşit müziği seviyor Klasik Türk Müziği makamlarını biliyor, bazı şarkı ve türküleri başarıyla söyleyebiliyordu. Falih Rıfkı Atay O’nun türkü ve şarkı söyleyişini Çankaya adlı eserinde şöyle anlatmaktadır: “Mustafa Kemal yalnız Rumeli Türkülerini mat sesi ile güzel ve tatlı söylemekle kalmaz, klasik alaturka müziği makamlarını da bilirdi.”. Özellikle Rumeli Türkülerini söylerken derin ve onulmaz bir gurbet ve sıla acısı gözlerinde yaşardı. O vatanı unutmaz kaybettiğimiz Rumeli ve Makedonya topraklarının kır kokularını alır gibi, su ve çıngırak seslerini duyar gibi bakışları uzaklaşa uzaklaşa sislenir bizim içinde olmadığımız hatıralar içine karışır giderdi. Ses sanatçısı Muallâ Gökçay ‘ da hâtıralarında Atatürk ‘ün müzik zevkini şu cümlelerle belirmektedir: “Ata umumiyetle Türk müziğini severdi. Ama Rumeli türkülerini herşeye tercih ederdi. Rumeli Türkülerini bize bizzat kendisi meşketmişti. Arada bir : - Konuşur gibi tana tane okuyun, diye ihtar ederdi. En sert hocalardan daha titizdi. Müzikten çok anlar,en ufak bir falso ve hatayı hemen yakalardı.” Bir araştırmaya göre Atatürk’ ün en çok sevdiği ve söylediği türküler şunlardır: Atabarı 2Atladım bahçene girdim (Rumeli Türküsü), Alişimin kaşları kare (R.T.) Ayağına giymiş sadef nalini (R.T.), Bülbülüm altın kafeste (Trakya türküsü),Dağlar dağlar (R.T.), Gide gide yarenlerim darıldı, köşküm var deryaya karşı (R.T.),Maya dağdan kalkan kazlar(R.T.), Manastır,Pencere açıldı Bilâl oğlan,( Bu Rumeli Türküsünü Radyo repertuvarına bizzat Atatürk kazandırmıştır.) Şahana gözler (R.T.), Yemenimin uçları (R.T.), Zeynep. Atatürk insan hayatında müziğin çok önemli bir yere sahip olduğuna inanıyordu.14 EKİM 1925’te İzmir Kız Öğretmen Okulu’nu ziyaretlerinde öğrencilerin “Hayatta müzik lâzım mıdır?” sorusuna şu cevabı vermişti: -“Hayatta müzik lâzım değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile alâkası olmayan mahlukat insan değildir. Eğer konu olan hayat insan hayatı ise müzik mecburen vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut olamaz . Müzik hayatın, neşesi, ruhu, süruru ve her şeyidir. Yalnız müziğin nev,i şayan-ı mütalâadır. Atatürk, her konuda olduğu gibi Türk Müziği konusunda da yenilikler yapmak istemesinin temel sebepleri şunlardır: 1.Ziya Gökalp’ in Türkçülüğün Esasları eserindeki görüşlerinin etkisi: Ziya Gökalp’ in müzik konusundaki görüşlerini Atatürk’ ün paylaştığını ve bu görüşler doğrultusunda çalışmalar yaptığını görüyoruz, Gökalp’ in görüşlerinden kısa bölümler şunlardır: -“Memleketimizde bunlardan başka yan yana yaşayan iki müzik türü vardır. Bunlardan birisi halk arasında kendi kendine doğmuş olan Türk Müziği, diğeri Farabî tarafından Bizans’ tan tercüme edilen ve kabul olan Osmanlı Müziğidir. Türk Müziği ilham ile vücuda gelmiş, taklitle hariçten alınmamıştır. Osmanlı müziği ise taklit vasıtasıyla hariçten alınmış ve ancak usülle devam ettirilmiştir. Bunlardan 1.’si kültürümüzün 2.’si ise medeniyetimizin müziğidir.” Atatürk’ün Türk Müziği hakkındaki görüşleri Ziya Gökalp’ in görüşlerine ve programına çok yakındır. Nitekim 1930 yılında Alman gazeteci Emil Luwig’ le yaptığı görüşmede; Ludwig’ in doğu müziğiyle ilgili görüşlerine şu cümlelerle itiraz etmiştir. -“Bunlar hep Bizans’tan kalma şeylerdir. Bizim gerçek müziğimiz Anadolu müziğinde duyulabilir.” Bilindiği gibi Ziya Gökalp müzikolog değildi. Müzikle ilgili bilgileri köklü bir eğitime dayanmıyordu. Eski Yunan Müziğindeki çeyrek seslerle Türk müziğindeki koma sesleri birbirine karıştırarak, Farabî’ yi de işin içine sokarak Türk Müziğini Yunanlılara Mal edivermişti. Şayet bizim müziğimiz Yunan kökenli olsaydı bu gün dünyanın 1 numaralı müziği olarak dünyanın her yerinde dinlenirdi. 2. Montesqieu’ nün görüşünün etkisi: Atatürk 1930 yılında Alman gazeteci Emil Ludwig’ e Montesqieu’ nün “bir milletin müzikteki ilerlemesine önem verilmezse o milleti ilerletmek mümkün olmaz.” sözünü okuduğunu ve kabul ettiğini, bu yüzden müziğimize önem verdiğini açıklamıştır. 1 Kasım 1934 tarihinde TBMM’ ni açış nutkunda Montesqieu’ nün görüşüne yakın şu cümleyi söylemiştir: -“ Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü, müzikte değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.” 3. Müzik bilginlerinin olmayışı, sanat seviyesinin düşüklüğü: Atatürk döneminde Türk müziği konusunda yetişmiş bilginlerimiz yoktu. Sanatçılar genellikle Usta-Çırak yöntemiyle yetişiyordu. Bilgisine güvenilir bir müzik bilginimiz olmadığında Atatürk Ziya Gökalp’ e inanmak zorunda kalmıştı. 8 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu konserinden sonra etkisi büyük olan meşhur nutkunun sebebini Burhanettin Ökte hatıralarında İtalyan müziği ve Mısır’ ın meşhur şarkıcılarından Müniret’ ül Mehdiye Hanım’ ın konserinden sonra çok zayıf bir Türk Saz heyeti sahneye çıkarak acemice “sultani yegâh” faslını icrasına bağlıyor. Atatürk, sinirli bir şekilde konseri terk etmiş, ertesi gün gazetelerde şu nutku yayımlanmıştır: - “Bu gece burada güzel bir tesadüf eseri olarak şarkın en mümtaz iki müzik heyetini dinledim. Bilhassa sahneye birinci olarak çıkan Müniret’ ül Mehdiye Hanım sanatkarlığında muvaffak oldu. Fakat benim Türk benliğim üzerinde artık bu müzik, bu basit müzik Türk’ ün çok gelişmiş ruh ve hissini tatmin etmez. Şimdi karşıda medenî dünyanın müziği de duyuldu. Bu ana kadar şark müziği denilen nameler karşısında cansız gibi görünen halk, derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyor ve şen şakraktılar. Çevreye ayak uyduruyorlardı. Hakikaten Türk, yaradılış olarak şen şakraktır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için fark olunmamışsa kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı neticeleri vardır. Bunun farkında olmamak suçtur.” 4. Çağdaş uygarlık seviyesine yükselmenin topyekün gerçekleştirilmek istenmesi. Atatürk, Türk milletini çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak için yenilikler yapmıştır. Bu yeniliklerin sadece devlet idaresinde ve sosyal hayatta yapılması yetmiyordu. Ata, kültür konularında da çağdaş uygarlık seviyesine ulaşılmasını istiyordu. Müzik de kültür konularından biriydi. Batı’ nın müzik, bilgi ve tekniğinden yararlanarak Türk müziğini milletler arası seviyeye çıkarmak Atatürk’ ün müzik konusundaki çalışmalarının amacını teşkil ediyordu. Atatürk 1 Kasım 1934 tarihinde TBMM’ nin açılış konuşmasında Türk müziğinin çağdaş uygarlık seviyesine getirilmesiyle ilgili çalışmaları açıklamıştır. - “Güzel sanatların hepsinde, millet gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk Müziği’ dir. Bir milletin yeni değişikliğinde ölçü müzikte değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bu gün dinletmeye yeltenilen müzik yüz ağartacak olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Millî, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce genel son müzik kaydelerine göre işlemek gerekir. Anca bu şekilde Türk millî musikîsi yükselebilir, cihan şümul musikîde yerini alabilir.” 19 Şubat 1932’ de Atatürk’ ün isteğiyle kurulan Halkevlerinde halk müziğimiz konusunda yaşatıcı çalışmalar yapılmıştır. Halkevlerinde Türk Folklorunun bütün dallarında derleme, araştırma eğitim çalışmaları başarıyla yürütülmüştür. Günümüzdeyse İstanbul, Ankara ve İzmir deki 5 Konservatuvar ihtiyaç duyulan sanatçıları, bestecileri, araştırmacıları yetiştirmektedir. Türk sanatçıları yurt içinde ve dışında başarılı konserler vermektedir. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının yanında İstanbul ve İzmir’ de iki senfoni orkestrası daha kurulmuştur. Ege Üniversitesi Güzel Sanatla Fakültesi’ ne bağlı bir müzik bölümü açılarak öğretime başlamıştır. Bütün bu çalışmalar Atatürk’ ün temelini attığı hizmetlerin devamıdır. Yeni nesiller bugün her türlü müziği rahatlıkla dinleyip sevebilmektedir. ÇOK SESLİLİK VE MÜZİK GELENEKSEL MÜZİK TÜRLERİNDE ÇOK SESLİ ÇALIŞMALAR Yrd. Doç. RUHİ AYANGİL 1973 yılından itibaren öncelikle Boğaziçi Üniversiesi bünyesinde müzik bilmeyen, nota dahi bilmeyen arkadaşlarımızla başlattığımız bir dizi hareketin 1975 yılında ilk defa İstanbul’ da Türk müziğinin teknik meselelerinin tartışıldığı bir sempozyumla geliştirildiği ve 1980 yılına kadar Boğaziçi Üniversitesi Korosuyla İstanbul Festivallerin’ de de şekillene ve Türk müziğinin geleneksel özünden kaynaklanan; ama günümüzde yazılmış eserlerin seslendirilmesiyle doruğa ulaşan bir konserler dizisinde geleneksel özden kaynaklanan çok seslilik meselesini ilk kez vurguladığımızı sanıyorum. Sonraki çalışmalar da; kendi adıma durup yönetmekte olduğum Türk müziği koro ve orkestrasının repertuvarında kısıtlı bir çevre itibarıylada olsa, İstanbul’ da bugüne kadar neredeyse 15 seneye yakın bir süreyle sürdürülmektedir. Geleneksel müzik türlerindeki çok seslilik çalışmalarında iki tür bilgi ile donanımlı olmak gereğini vurgulutorum. Bunlarda birincisi Türk müziğinin metodolojisine; besteleme ve icra tekniklerine hakimiyet, 2. çoksesli müzik metodolojisine besteleme ve icra tekniklerine hakimiyet. Bu iki tür bilgi ve donanımlı olmak yerine, yalnızca birinin hakim unsur haline getirilmesi, kabul ettirilmesi yolunda cereyan eden gizli açık savaşımlar, yoksaymalar, dışlamalar 1826 yılından 1988 yılına kadar geçen 152 senelik bir zaman diliminde müzik kültürümüzün ulusumuzun çoğunluğunca paylaşılmış, kabul görmüş bir norm haline gelmesine neden olmuştur. Bu devrede her müzisyen kendi semasında parlayan bir yıldız olarak hüküm sürmüş; bir türlü ülke ufkundan insanlarımızın gönlüne doğamamıştır. Müzik hayatımızdaki ayrılık ve rahatsızlıkların giderilmesi yolunda siyasal iktidarı yönlendirmeye çalışan ferdî telakkîlerin gecikmeksizin terk edilip; konunu her kesimce değerlendirmeye alınması gerekli sosyo-kültürel boyutu üzerinde düşünülmesi ve acil düzeltmeler yapılması gerektiğini vurguluyoruz. Teknik olarak Türk müziğinin makamları, ses düzeni akord sistemi yerine oturtulmaya yeniden düzenlenmeye sürekli tartışmaya ihtiyaç gösteren bir hadisedir. Türk müziğinin hangi makamına hangi akordu koyalım diyen bir besteci; dehanın bulmak zorunda olduğunu hatırlamak zorundadır. Deha bulacaktır. Ayrıca; alaturkada çokseslilik olur; utla tamburla çokseslilik olmaz, meselesi gibi itibari düşünceler; sürekli herkes tarafından işteletildiğinde rulativitenin keskin kaidelerinin Demokles’ in kılıcı gibi her müzik kesiminin başında sallandığı farkedilir. utla t

ATATÜRK VE MÜZİK ATATÜRK ve TÜRK HALK MÜZİĞİ


read more
indri
amburla çokseslilik olmaz, meselesi gibi itibari düşünceler; sürekli herkes tarafından işteletildiğinde rulativitenin keskin kaidelerinin Demokles’ in kılıcı gibi her müzik kesiminin başında sallandığı farkedilir.